Beslenme davranışımızın değişmesiyle birlikte ‘Obezite’ artık toplumumuzun bir numaralı düşmanı haline geldi. Önceden çevremizde obez kişiler gördüğümüzde şaşırıp birbirimize gösterirken, Amerika obez diye hikayeler anlatırken şimdiler de bizim de Amerikadan hiçbir farkımız kalmadı. Artık ülkemizde de her 10 kişiden 3’ü obez. Peki nasıl geldik bu hale?
Tabi ki Obezitenin altında yatan bir çok faktör var. Öncelikle genetik yatkınlıklar çok önemli. Ancak tabiî ki genetik olarak Obeziteye eğilimli olmak illa ki Obez olacağımız anlamına gelmiyor. Yaşadığımız hayatı nasıl yönlendirdiğimize göre Obezite bizi buluyor yada bulmuyor. Yani Obezitenin anahtarı aslında bir anlamda elimizde.
Yaşadığımız hayat ile Obezitenin arasında bağlantı varsa o zaman iş yaşamı ile ilintisine baktığımızda çalışma hayatının gün geçtikçe zorlaşması, mesai saatlerinin erken başlaması ve geç bitmesi, çalışanlardan beklenen fedakarlıklar, mesailer kişileri kahvaltı yapmamaya, öğle yemeğini atlamaya, akşam yemeğini geç saatlerde yemeye yada yemek hazırlamaya ayrılacak vaktin olmamasına bağlı dışarıdan hazır gıdalara yönelmelere itti. Özellikle masa başı çalışan plaza insanlarında kilo artışının hızlı bir ivme kazandığı görülüyor. Obezite tek başına sadece dış görünüşümüzü etkileyen bir durum olsa büyük beden kıyafetler ile bu durumu halletmek tabiî ki çok kolay. Ancak Obezite kalp damar hastalıklarından tutunda diyabet, karaciğer yağlanması gibi bir çok hastalığı da beraberinde getiriyor. Bu da hem kişiler için hem kurumlar için büyük bir tehdittir.
Bu konuda hem çalışanı korumak hem kurumun iş gücü kaybını engellemek için yapılması gereken şey aslında öncelikle doğru beslenme alışkanlıkları kazandırmakla başlıyor. Doğru beslenen kişi ideal kiloda oluyor yada fazla kilosundan süreç içerisinde kurtuluyor. İdeal kiloda olmak bir çok hastalığı önlüyor. Hastalıklar engellendiği zaman iş verimliliği daha fazla oluyor. Beraberinde sağlıklı anne baba bu doğru davranışlarını çocuklarına da uygulatmaya çalışıyor ve sağlıklı nesiller yetişiyor.